İnsan Novellası I: Mundar

 Not: Bu novellada gerçek olaylardan ve kişilerden esinlenilmiştir.

İNSAN NOVELLASI

BÖLÜM BİR: 
MUNDAR

Ünlü yazarların belki de en önemli özellikleri anlatacakları hikayeye rahatça başlamalarıdır. Kalemleri önce yanan bir ateşin havayı hareketlendirip dalgalandırması gibi yavaşça görüntüyle oynar ve sonra onu giderek daha koyu renklere boyar. Öyle ki daha ne olduğunu anlamadan kendinizi yeni ve farklı bir resmin içinde, özenle boyanmış bir odada bulursunuz. 

O gün K. şehrinin k sokağında, k apartmanında oturan sakinimiz de işte böyle bir yazarı okuyordu sevgili okuyucu. Küçük odasındaki yer yatağına uzanmıştı. Penceresinden girerek tül perdeyi delen güneş ışınları, bekar evinde tek yaşayan ve öğrencilik yapmakta olan kahramanımızın üzerinde tuhaf ışık oyunları yapıyor, sanki onunla konuşuyordu. Pervazdaki menekşenin altına yerleştirdiği çay tabağını yıkaması ve ona su koyması gerektiğini düşünerek bir an oraya doğru baktı. İnatçı menekşe bir türlü açmıyor ve kendini yaprağa veriyordu...

Kaşlarını çattı;

Mutfağa mı koysam? Hiç yoksa su buharından nasiplenir. İyi ama aile evi gibi ikide bir yemek piştiği de yok ki? Dışarıda yiyorum boyuna…Açsa ne güzel olur oysaki. Hem fotoğrafını da çekerim. Üstelik mor açıyor ne güzel.

Kafasına biriken düşünceleri kovmaya çalışarak bir süre daha kitabına baktı. Şubat ayı olmasına rağmen dışarıda güneş açmış, insanlar hafta sonunu fırsat bilerek sokaklara dökülmüştü. Bir süredir duyulmayan çocuk sesleri araba motorlarının gürültüsüne karışıyor, güneş yüzü görünce erimeye başlayan karlar su birikintilerine dönüşüyor, arabalar geçtikçe sanki biri musluğu açmış gibi ses çıkıyordu.

Önce dışarı çıkmayı düşündü. Belki şehir merkezine inip fotoğraf çeker ya da bir yerlerde oturup bir çay içerdi. Arkadaşlarıyla görüşmek de iyi olabilirdi. Yastığının yanındaki cep telefonunu alarak rehberine baştan sona göz gezdirdi. Hepi topu 26 kişiydi. Bunların arasında annesi, akrabaları ve sipariş verdiği lokantalar da vardı. Kimi arayacağını bilemedi; bazıları bu saatte muhtemelen kız arkadaşlarıyla dolaşıyor, bazıları da internet kafede pinekliyor olmalıydı. En iyi arkadaşını da bir süre önce psikiyatri kliniğine yatırmışlardı. Girişte telefonunu almışlardı, ziyaret dahi edemiyordu. Onu da arayamazdı.

-Adam, sen de! Arkadaşın mı var sanki!...

Derin bir soluk alarak telefonu elinden yere bıraktı. Tek başına yaşadığı bu ev duvardan duvara kitaplarla kaplıydı. Eline geçen bütün parayla kitap alıyor ya da yemek yiyordu. Sosyal yaşamı vardı ama eskisi kadar istek duymuyordu. Nasıl olsa okulda görüşüyorlardı.

Gözü masanın yanında duran fotoğraf çantasına ilişti. İçinde Pentax makinesine sarılı 400 ASA Fuji filmi vardı. Birkaç poz çekmiş ve sonra bırakmıştı. Renklere bayılıyordu ve kışın renkli fotoğraf bulmak çok zordur.

Renkler…yansımalar. Bir takım su birikintileri! Kaçışan güvercinler.. Kartopu oynayan kırmızı atkılı çocuklar… Kalk Onur kalk!

Bütün bunları düşünerek ayağa kalktı. Tam fotoğraf makinesine uzandığı anda apartıman boşluğundan büyük bir gürültü duyuldu. Sanki biri elinde bir balyozla duvara vurmuştu. Birkaç ses daha geldi ama bunlar daha hafifti. 

Çantayı elinden bırakarak hızla dairenin dış kapısına doğru koştu. Ne oluyordu?

Herkes onun yaptığını yapmış ve apartıman boşluğu meraklı, soru soran, heyecanlı bakışlarla dolmuştu. Bir süre bekledi. İnsanlar birşeyler konuşuyor ve kınayan bakışlarının çirkin bir görüntü verdiği ekşimiş yüzlerinde giderek öfkeden çatılmış kaşlar beliriyordu. Birkaç dakika içinde bütün kapılar tek tek hem de öfkeyle çarpılarak kapanmaya başladı. Bu sesler arasında bir cümleyi güçlükle seçebildi;

-Gebersin pezevenk!

Ne oluyordu? Kim neden “geberiyordu?” Başını henüz kapısı açık olan yan komuşusuna çevirerek sordu?

- Ne oluyor? Bütün bu sesler ne?

- Ne olacak! Aşağıdaki mundar şerefsiz. İç iç iç ne olacaktı? Bırak gebersin bırak!!

-Nasıl ya?

Sözünü tamamlayamadan yaşlı komşusu da kapıyı hızla kapattı ve içeri girdi. 

Şubat ayazı kısa sürede kapısını aşarak antreyi buza kesmişti. Üstüne hırkasını da almamıştı. Üşüdüğünü hissetti. İstemsiz olarak kollarını kavuşturarak bir süre öyle durdu. Ciddi olamazlardı değil mi? Nasıl olurdu? Herhalde birileri ilgilendirdi.

Bir süre öylece düşündü. Sonra hızla portmantoya uzandı ve üzerine kabanını geçirdi. Ayakları çıplaktı ama bunu düşünecek halde değildi. Çorap dahi giymeden botlarına uzandı, anahtarı kapının arkasından aldı ve kapıyı hızla çekti. Merdivenleri koşarak indi. 


BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU

Yorumlar